12 Eylül 2016 Pazartesi

Gece Tozu Sesleri

İstanbuldan gidiyorum. Sırtımda alelâde atılmış bir bavul, ayaklarımda özgürlüğün çıkışı. Kimin ne diyeceğini hesaplamadan, orada ne olmuş burada kim kimin tozunu yutmuş diye tartmadan.. Yarınların ekonomik buhranlarına girmeden , her nefes  alışta sitemli bir depresyona meyil etmeden gidiyorum. Ciğerlerime teneffüs ettiğim havanın ruhuma işleyişi bile değişiyor. Önce yavaş bir kanat çırpışı, sonra bir bir artan kanatlarla beraber kelebeklerin uçuşu.. Göklerde rengarenk  daire çiziyorlar, sen şimdi dinlen biz seni mutlu edeceğiz diyorlar. Ahenkle dans ederken ebemkuşağı beliriyor yüreğime doğru, yağmurlar yağdırıyor. Sonbahar gelmiş olmalı.. Fakat yolculuklar sonbaharda daha güzel. Evinden uzakta başka ilçelerde yeni evler bulmak daha anlamlı. Sabit kalmadan iklimleri yaşamak, daha ıslak kalmak.. Gökten akan damlalarla birlikte her seferinde daha da ıslanmak. 

Sonbahar yarınlar için.. Gidişlerin geri dönüşünü seyre dalan bir çift göz için. Daldığınız rüyaların gerçek kılınması için.. Canımızı  yakan her şeyi tek bir damlada yok etmek için. Sararan yaprakları dökmek için. Onlar hep güzel kalsınlar. Bir yolculuğu anarak sona varamadan..

Unutma dünün sana ne verdiğini
Yarınını onunla kuracaksın
Hatırla avucuna dokunan parmak izlerini
Bir küsufa dalacak,
Gözlerini yakamoza salacaksın
Daim et öğretilen her şeyi,
Varlığını herkesi içine alarak ebedi kılacaksın
Utanma sana dokunan çirkinlikten,
Beyaz kaldığını çirkine bulaşarak anlayacaksın
Gurur duy pişman olmadığın tüm şeylerden
Tecrübelerinle kalbini hatalara kapatacaksın
İzle, duy, kendini bul
Pencerelerini açarsan hayata karışacaksın
Isıt tüm üşüyenleri,
Kolllarını sonsuz bir gökyüzü  yapacaksın
Küçük kal büyüyen kalbine inat
Görünenin gerçek olmadığını kibrin küçülünce anlayacaksın
Ve sev...
Sevdikçe yeryüzünde daha önemli başka şey bulamayacaksın
Ve sev..
Başka hiçbir şeye sahip olmadan
Ve sev...
Gecenin tozunu kaldırıp sesini duyacaksın.
Yollara karışıp hayat olacaksın 
Nefes alacaksın, koşacaksın,
Daha çok sevişmek isteyeceksin.
Ve sev...
Sesin seslere karışacak koca bir dünya olacaksın, kendinle..

Capella..

8 Eylül 2016 Perşembe

Vazgeçilmez Sancılar


Bazen sadece susman gerektiği için susarsın. 
Bazen ise susmak  en kolayı olduğu için.. 
Bazen düşmek için susarsın, bazen de sonunu görmek için katilinin. 

Ben beni ne zaman boğacağını bekleyen bir köle gibi ellerine mahkum kılmışım kaderimi. Sen öldürmek için gün sayarken, zamanı yavaşlatıyorsun. Sana her gece uyuman gerektiğini söylemiştim, oysa sen günü uzatıp acımı izliyorsun. Hangi hakla bu acıdan zevk alıyorsun ?
   
Bazı kişiler nedense hiç şaşırtmıyor. 
Suratları yönü olmayan bir yol                                           
Bazı kişiler hep aynı noktadan bakmanı sağlıyor
Seni mutlu ederken hüzne boğuyor.

Anlamadım sandığın her şeyin farkındayım. Senin düşüncelerinin ilerisi benim rüyalarımın habercisi. Olduğun yerde seyre daldığın için beni, ilerlediğimi görmen kolay oldu tabi. Oysa başka yönleri seçmeli, başka ilklimlerde gezmelisin. Çünkü güneşi sen doğurduğun zaman ben kaybetmiş olmayacağım. Benim güneşim yok, bunu bilmeliydin. Karanlık sokaklarda bir yürek büyüttüm ben, çocukluğum ellerimin katili şimdi. İçinde uçarken ruhumun yörüngesi, ayrı bir laubaliliğin dibindesin. Sana anlattım ve sen beni anlamıştın...

Geceyi kazandım ben, kanatları kopan bir melek düştüğü için. Sahiplenmiştim sayıların dağılıp yıldızlara dönüşümünü, ısıtmıştım rüzgarın sıkıcı serinliğini, koşmuştum topraklarında yırtık paniklerim.. Kanat olmuştum çoğu zaman, beslemiştim küçük güzeli. Sermiştim siyahı üstüne gizli kalmıştı yara beresi. Gece uyanmıştım, görmüştüm hayatın tüm gerçeklerini. Kahpe hayatın jokeri andıran yüzünü.(!) Yer altından çıkan yosmaların ne işler çevirdiğini, her gece izlemiştim uzaydan çıkagelen hiç şiir görmemiş bedenleri. Acıları görenler yazardı, geceleri sevenler yazardı. Çünkü gecede koca bir gerçek vardı. Hayat o'nda akmaktaydı.

Şimdi güneşi üstüme sersen ve sonra hiç ısıtmamış gibi geri çeksen kazanmış mı olacaksın ? 
Unutma, ben gece de varoldum. Gece de sönerim, güneşin toz olsun şimdi. 

Capella..

1 Eylül 2016 Perşembe

Bahar Yalancısı

Sönmez güzümün akşamında
Baharı selamlıyor ellerin..
Ellerin diyorum, telaşlı ve terli
Kısıtlı hareketleri, toparlanması mümkün- siz
Yaprak dökümü sanki
Dağılan şeyler var etrafımda
Hazan gecelerinde izini belli eden
Toz parçalarını savuşturan ayakların..
Ayakların diyorum, kararsız ve yönsüz
Nereye aktığını bilmeyen bir kuş sürüsü
Geriden ileriye, ileriden geriye sarkan
Kanat çırppmaktan vazgeçmeyen..
Ucunu diğer tarafa her bağladığımda
Yarım kalacaklara inat, haykırırken
Ümit var diye...
Apaçık teninin her mevsiminde
Yine yarım kalıyorum  ve
Tenin diyorum, aşk ve gurur
Dikenleri var acıdan ağlatan

Vuslattan gelen masumiyetin
Bir saflık daha eklerken
Sarımm sarım sarmaladım ben seni
Sarmaşıklara doladım
Baktıkça yandım, yandıkça daha çok baktım
Gözlerin diyorum, kehribar  ve güneş
Sabahları dinletiyor insana,
Gün batımını kucaklatıyor
Oldum diyor insan, tam etmeye meyilliyim
Kırıklarını süpürüp hayaller kurduruyor
Hasletin diyorum, kusursuz ve yaradan
Benim desek her yerimiz kirlenecek,
Güz bu, sönmeyen gizimiz bu
Belki de hep bahar yalancısı  oluşumuz bundan.

Capella..

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Ai(t)diyetsiz

Birileri oyunu oynarken birisi oyunu izler ve onu yazmaya başlar. Gördüklerini  yazar, karakterlerin sözlerini sayfalara yapıştırır. Tüm ayrıntıya hakimdir ve çok etkilenmiştir. Hepsini kalemine alır ama asla bir şiir olamaz, o sadece şair olarak kalır.

Durdum ve düşündüm, ben bu hikayenin neresindeyim? Bir şair  miyim sayfalara onları yazdığım yoksa bir şiir miyim insanların sayfalarını doldurduğum? Bilmiyorum, hangisi olmalı bu beden, hangisi yakışır göremiyorum. Belki de her ikisiyim ve beton duvarlara çarparak boyut değiştiriyorum. Birinde duvarın içini yaşarken birinde duvarın dışındaki hayatı kucaklıyorum. Şairken atıp tutuyorum duygularımı,  en derinde yaşıyorum her şeyi. Şiir iken sokaklara salıyorum dengesizliğimi, koca bir sır oluyorum. Bazen de arafta kalıp  olduğum  yere çakılıyorum. Yönsüz,  yurtsuz, aidiyetsiz yalınayak kaçıyorum. Sizi bir şekle sokmaya çalışan zihniyetten kaçıyorum.  Sağımdan ve solumdan korkup, ardıma bakmadan  kaçıyorum. İlerliyorum yok'a doğru. Ve hiçbir zamana, dile, dine, ırka ait olmadığım için  huzur duyuyorum.

Oldum olası sevmedim seçmediğim durumlar için böbürlenmeyi. Bir bayrağın altında gururla sallanmayı,  bir cinsiyette üstün kalmayı, bir renkli gözde harika hissetmeyi.. Ben değilim. Ben seçmedim. Ben sadece sevmeyi seçtim. Seni sevmeyi... onu sevmeyi... Çiçeği,  böceği,  yaprakları..  Yaratılan ve yaşatılan her şeyi  sevmeyi.. Bu zamana kadar sevdim ve sevmeye de devam edeceğim. Büyük ihtimalle sizlerden defalarca can kırığı yiyeceğim. Güvendiğim elin aslında bir bıçak izi olduğunu fark edip duracağım. Sabahladığım adamın ertesi gün  gideceğini bileceğim. Bir kez güldüğün  insanın sen yürürken arkandan poponu ne kadar salladığına dair dedikodunu yaptığını işiteceğim. Siyasi durumlarda kimseye tapmadığım için beyinsiz ilan edileceğim. Bir dilenciye para verdikten sonra o dilencinin milyoner olduğunu televizyonda izleyeceğim. Beni sevdiklerini sandığım insanların, bana hakaret edişlerini seyredeceğim. Kalplerinde bir bir yok olan vicdanı silip süpüreceğim. Bunları bildiğim halde ilerleyeceğim. Aidiyetsiz, bir başıma.. Hem bir şiir hem bir şair olarak.!

Capella

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Veda Busesi

Her zamanki sandalyeme oturmuş çayımı yudumluyorum. Ağzıma gelen acı tat içimin sızısını unutturmalı diyorum, dediğime ben bile inanmıyorum.  Kalbim ve çayım savaşırcasına kendilerini gösteriyor. Kalbim anlattıkça onu, diline geldikçe kelimeler çayımın demi artıp midemi yakmaya başlıyor.  Acıdan ellerimi avuçlarıma bastırıp, gözlerimi havaya kaldırıyorum. Sanki kirpiklerim göğe yaklaşınca gözyaşlarım ertelenir zannediyorum. Hadi diyorum yine ,şairlerden bir mısra, durma göğe bakalım. Bir kum tanesi yüzüme çarpıyor kumsalda.. Tamda hayalini kurduğumuz yerde tek başıma oluşumu alkışlıyorum.
Ben geldim, sen yoksun.
Ben hep  geldim zaten ama sen kafana esince yoksun diyorum..

İnanmak  istemeyen gözlere gerçeği sersen ne çare ? O hâlâ  sahte bir yakarışın içinde. Tüm dünya haykırsa yanlışsın diye, eline batan dikenin derdinde. Bakmayana  gülü yaşatamazsın ki, sana dikenlerinden bahseder durur. Oysa bilse güller dikenleriyle bir olur, bir görse, görebilse o gül sana en güzel yapraklarını savurur. Şimdi siz neyden bahsettiğimi bilmezsiniz. Kısaca söylüyorum; içime attıklarımın canı kurudu. Artık nefes alamıyorlar ve konuşmaya ihtiyaçları var.
Düşmeye başladı sessizliğim gözlerimden. Birer birer nüksediyor vaad edilenler.

Kum taneleri saçlarımı dağıtıp nasıl tek başınalığımı hatırlatıyorsa bana, bende ona yüreğime sakladığım adamı anlatıyorum. Bir nevi dertleşiyoruz. Gerçi kumlar bile kızgın adama, birazdan havalanıp alaborada sevdiğimi yok edecekler. Aman durun diyorum, sakın esmeyin. Nefretim onu sevmeme engel değil. Hem zaten şu dünyada onu sevmeme engel olan hiçbir şey yok. Anlamıyorsun ki, düşe düşe seviyorum ben onu. Kırılıp parçalanıncada seviyorum. Vazgeçemem ki, neden vazgeçecekmişim ? Ufak bir acıda bırakılıp gidilir mi? Bize yakışır mı hiç? Herkes üstüne bir beden büyük yükler hapseder, ara sıra utanır kendinden diye söylentiler kulağıma çarpsa da ben onu sevmemeyi kendime yakıştıramıyorum.

Bir adam var, benim fırtınam.. düştüğüm yerde açan menekşe, dünümde hafızama kazınan, bugünümü ele alan.. Gündüzüm, zamanım, benliğim. O benim miladım. Hani insan onsuz olamam der Ya, öyle işte. Benimki olamamak değil, hep dediğin gibi, şımarıklık ! Onsuz olmam.

Bir adam var, diri diri mezara gömer insanı ama bir hali var ki bin kere ölsen bin kere dirilten. Böyle tatlı oyunları seven, sen onu bulamazsan sana küsen. Kirpiklerini kapatınca arasına kilit ören, kendini göstermeyen, aksi.. Ama açtığı zaman dünyaları kalbine eken.. Aynı anda cenneti ve cehennemî yaşatan birini daha tanımadım. O benim aradaki tüm tonlarım. Sessizligimin ortasına dalan pusum, sevincimin köşesine oturan azgın gülüşüm, gözyaşımın içine dizilen kar tanelerim.

Bir adam var işte. Bulutları önüne dizip onlarla oynamana müsade eden  fakat tek yanlışında bulutunu silip seni ateşe atabilen.. öyle bir adam işte. Gel de sevme. İnsan o varken, payına düşeni yaşamak istiyor. Onun payı senden düştüğünde felak sana göz kırpıyor .

Masadaki çayın acılığı hiç bitmiyor. Anlayacağın yokluk insana hep bitmeyen acı bırakıyor. Sanki dudaklarında onun tadı yerine giderken bıraktığı hoşçakal cümlesi kalıyor . Sen eşlik edemiyorsun, etsen gidecek senden. O sebeple dudaklarına bir veda mühürlüyorsun, hiç gitmemek üzere.

Capella.. 

11 Ağustos 2016 Perşembe

Günlerden Ben

Nefes benim dedi içim, çek ellerimi. Soluğumu kes götür denizine, dalgalarını çarp hafiften .. Karıştır hücrelerine kendimi. Al biraz daha lütfen, yarım bırakma. Beni sev, beni yıpratma, sonsuzluğa çağır. Öyle bir al ki zerrem kalmasın ardımda. Kulağıma fısıldayışların umut olsun, beni yine hayallere inandırsın. Güneş günün doğumunu sersin yatağıma, yastığıma yıldızlar çarpsın. Gökyüzüm kocaman olsun ısıtsın. Büyülesin gözlerimi parlatsın.

 Benim dedi Sen, bakma bana öyle. Ruhum felç oluyor kızgınlığına, beni alma o karanlığa. Bir kere daha bakma, baktığın yerden kırılıyorum.Sar beni, kadehlere konu olmayı yasakla.Güven sunduğun kalbi, güvendiğin yerde kırma. Bir kırık daha kaldıramayacak gözlerim. Yaşlarım diyorum, yaşımı alıp suya atıyorum. Kurumuyor dehlizler gelgitte.

Akışı önleyemiyorum. Şimdi sen ve ben biz olabilirdik. Bambaşka şehirlerde aynı hayatı yaşayabilirdik. Birbirimize bakıp iyikileri sıralayabilirdik. Kalemi kırıp çukura atabilirdik. Silebilirdik kalpteki kiri.. hızımızı alamadan bodoslama dalabilirdik dünya evine. Eve sığmayıp gökyüzüne taşabilirdik. Bir ucu ötekine bağlayıp bütün edebilirdik. Biz seninle ben olabilirdik. Dengemi sağlayabilirdik. Biz benimle sen de olabilirdik. Öfkeni aynada kırabilirdik . Biz bizdik bir zamanlar yine geçmişi çalıp onu adam edebilirdik.

Biz... Ardı arkası kesilmeyen bir sevginin yarım kalışıyız artık sevgili. Gidişler bitiremiyor sadece eksik bırakıyor. Eksilince anladım, bir sen daha kalbime giremiyor. Nefesimi çek dedim yine, al götür beni ve getirme bir daha geri. Capella..

28 Temmuz 2016 Perşembe

Tersyüz

Felaketin içime doğru gelmeye başladığını biliyordum. Birkaç an önce, kalbimdeki çatlaklardan su sızıntısı şuana doğru harekete geçmekteydi. Sanki içim ‘’evet, birazdan bir terslik olacak ve yine bundan sorumlu sen tutulacaksın’’ diyordu.  Ah ne hoş. ! Sorumluluk omuzlara inen ağır bir yük değil , beraberinde ‘ileride hata yapamazsın’ güvencesi vermeni isteyip duruyor. Hiç uyum sağlayamadım ben ona, o da beni pek sevmezdi. Sürekli hatamı kollarcasına zayıf olduğum anları seçerdi. Bende onu hiç uğraştırmaz devamlı ağına düşer, oradan bir hayli çıkamazdım. Bu süre zarfında içime düşen tedirginlik ve bağırma ihtiyacı kendini ele vermişti ve ben bir anda karşımdaki surata ağır ithamda bulunup onu devredışı yapmayı başarabilmiştim. Halbuki istediğim sadece kafamdakileri biraz uzak tutma ihtiyacıydı. İhtiyaçlarımı nasıl karşılayacağımı bilmediğimden her şeyi allak bullak etmeyi seçerdim. İş böyle olunca durum daha da karışır ve ipin ucunu diğerine bağlamakta bir hayli zorlanırdım. Ama olsun, Allah vermiş iki göz. Hiçbir kusrum yok, düzeltmek zorundayım. Kafandaki gelgitler ve gönlündeki yorgunluk kusur olarak sayılmamakta. Zaten  akıllı kendini o çukura atmaz. Hangi akıllı bile isteye deli olur ki?

Bakmakla görmenin farkını soluğuma çekeceğim dakikalarda yanımda ki sinirli adam sigarasını püfür püfür gözüme sokuyor. Eksiliyorum, bir parça daha koparıldığımı hissediyorum dalımdan. Gelgitlerimin tuzağına düşmemek için gitmek istiyorum ona, sarılmak ve doyasıca sarmak. Fakat ardımda bir ses kendimi tam etmem gerektiğini söylüyor. Bu sefer ona kanıp azıcık onun sularında dinginleşiyorum. Ben dinginleşeyim derken adamı sigarasını çoktan söndürmüş, kendiyle meşgul bir vaziyette buluyorum. Ne tam oluyorum ne de eksiliyorum. Duvara çakılan sonsuz uzunluktaki çivi gibi bir işlem görmüyorum. İki taraftanda kapı dışarı ediliyorum. Anlayacağın gelgitlerimin suratıma tükürmek istiyorum. Bana kaybettirdikleri üstüne birde her gün aynı çelişkileri devam ettiriyorlar. Şimdi ben kime küfür etmeliyim ? Beni sonuna kadar seveceğini söyleyenlere mi, beni tanımakla beni anlamanın ayarsızlığında kalan gözleri mi, içimde var olup sönen engelsiz şizofreniyi mi, dönemsel sevinçlerimin dönemsel üzüntülerime pranga çekmesini mi ?  Söylesene Ben, ben kime küfür etmeliyim?

Yine baş başa kalıyorum kendimle. İçimde her türü barındıran bir koronun şefi gibi bir şarkıdan ötekine geçiş yapıyorum. Bazı yerlerde ele verirken zayıflıklarım kendini, bazı yerlerde şaha kaldırıyor gövdemi. Herkesin iyisi ve kötüsü makul bir dengedeyken neden benim hep kötü özelliğimi ortaya çıkarıyorlar diye sormadan edemiyorum. İnsanları bencil ve kaba buluyorum. Üstelik canına cam kırığı battığında karşısındakinin ölüm fermanını hazırlayacak kadar da gururlu, kendine aşık.. Böyle bir dünyada kafamın içindekileri dışarı çıkaramazken onlara kendimi nasıl anlatacağımı irdeliyorum.  Her cevapsız kalışımda kırıcılıklarını arttırıyorlar, hemde benim kırıcı olduğumu söyleyerek. Bu işte bir terslik var. 


Sorular soruları doğuruyor. Fakat cevaplar diğerinin yaşamında akıyor. Gerçek ya bir diğerinin seçtiğindeyse ? Anlayacağın iki tarafta hayatın farklı yüzlerine bakıyor. 


Capella..

10 Mayıs 2016 Salı

Büyüyen Hayallerin Dikkat Bekçisi

Ölüm, gelgitlerini sunan dünyada yaşamın panzehriydi. Sıralanmış düzenin terk edilişiydi. Uykusuz gecelerin uyku hapı ve kapı komşusuydu , hayallere gülücük fırlatmaktı. Ve günlerin geçmesi için ölümün taze ışığına duyulan koca bir ihtiyaçtı. Bazı geceler kanayan avuçlarımı saklamaktan vazgeçerim. Akıp gidişini seyretmek inanılmaz  huzur verir. Kan yolunu bulmaya çalışırken yerde ki çatlakların içine dolmaya başlar , kırmızının tonlarını izlerim. İçime serpilmiş tüm günah keçilerinin ayrı bir rengi , ayrı bir yoğunluğu var. Kırmızı ; bir nokta da durur ,ellerim titrer, söküp atamam ölmüş nefesi. Her gün yeni bir ölümle burun buruna gelen ben, devam eder ölü biriktirmeye.

Hastanenin ceset kokan koridorlarında koşturduğumu hatırlıyorum. Adamın bedenimin üzerine yıkıldığı anı, avuçlarım da öbek öbek kanı. Koyusundan açığına tüm sedyelere bulaşmış sanki. Kapılar suratıma kapandığı zaman çaresizliğin nefes kesen gerçekliğiyle karşılaştım. Yoğunbakımda nefes almaya çalışan adam,Serdar imiş adı, birkaç saat önce umrumda değildi. Varlığı bile yoktu, ismi, cinsi,kaşı,gözü görüntümde yoktu. Nasıl oldu da varlığını yok olma korkusuyla tanımıştım? Aklım ermiyordu, birini öldürdüğü an tanıyabilir mi insan? Kimdi bu Serdar? Neden arabamın önüne atladı? Ben sadece terfi alabilme umuduyla içimde kelebek uçuruyordum. Bir anda karşıma çıktığında frene basamamak bir umudun solmasına sebebiyet verebilir miydi? Bunu yapamazdım , katil değildim ki. Kimseye söylemezsem yardımcı olduğum için mükafat bile alabilirdim (!) Hem bir çarpmayla insan mı ölürmüş ? Ölesi tutmuş onun! Suçum yok ki ,dikkatsiz de değildim. ‘‘Sadece fazla mutluydum, kendisi önüme çıktı komiser bey ’’ mi diyecektim?
Hastaneden bir çırpıda çıktım. Koşarken cesurdum , adımlarım üç beş ilerlerken pişmanlığın kırıntısı bile yoktu içimde. Ölüm haberini almaktansa hiç bilmemek daha iyiydi. Hiç bilmemektense yaşamamayı tercih ederdim. Ki öyle oldu zaten , o günden sonra her gün biri ölüyor bende. Ardından her gün tekrar doğuruyorum günü. Korkaklığımın sonucu olarak müsaade edemiyorum öğrenmeye. Gidemiyorum aynı yerlere, göremiyorum hastaneleri. Geceleri saklandığım yerden çıkıp  avuçlarımı kesiyorum, oluk oluk kanı gözümün önünde aksın ,unutmayayım diye. Gün sayıyorum, yokluğun günlerini..
***
Aldığım terfi sonrası müdürün odasına girdiğimde ellerim titremeye başladı. Konuşmaları duymak istemiyordum. Müdür ; ‘‘Olan Serdar’ın ailesine oldu, çocukları babalarının öldüğünü kabullenemedi. Tek umudumuz çarpan kişinin bir an önce bulunması ,birde kaçıp gitmiş evet. Yok yere öldü benim yiğenim.’’ , derken beni gördü ve içeri aldı. Gözlerinde birkaç parça gözyaşı vardı. Ellerimi tuttu, telefonu kapadı. Benimle konuşmaya çalıştı, buz kesen ellerime dokundu. Katilin ellerine ! Teselli ettim onu, katil yüreğimle. Demek ki ne denli atılıyorsak hayatın içine o kadar çok ölüm vuruyor kıyılarımıza. Kaçıp gitmek mi lazım? Yok yok, sevmemiz lazım dengenin acı veren yerlerini, acısından öpmek lazım kana kana. Hayatın cilvesine kapılmak lazım, aldanmak lazım nefes almaya. Büyütmek lazım koynumuzda ki bebekleri , hayat fenerini daima yüksekte tutmak lazım. Yeter artık, benim bugün ölmem lazım, paçalarımdan sidik aksın. Hayır, yarın yaşamam lazım birkaç sigara daha ciğerimi yaksın. Biraz daha yağmur lazım bana, bir iki kum tanesi daha.. Bir bira yudumlasaydım bari, iki kahve içsem söner yaşamın feneri..
Kapıdan çıktım, ağır adımlarla yürümeye başladım. Dünyam başıma yıkılmıştı, affetmeliydim kendimi. Camı açtım, adım attım.Vazgeçiyordum kendimden, bir kalbi tanımadan mezara gömdüm diye.Yok ediyordum varlığımı, yaşadığımızı tüm dünya görsün diye. Bir intihar değil bu. Köklerini kestiğim yaşamın , acısına son vermek için çırpınış sadece.

Ne de olsa ; hayat zehri sunar kollarımıza, alışmalı insan zehrini kendinde budamaya.

Capella..    (Apartman Dergi / Mayıs Sayısı)

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Kapı Aralığı

İnsan, kendini bile bile üzer mi? Üzüyor işte. O’na, sokaktaki rüzgara, evi aydınlatmayan ışığa, geç kalmış bir sabaha, kırılmış bir fincana.. Yarım bıraktığın kapının sana çarpışına, dudaklarından çıkamayan kelimelerin kalpte fırtına yaratmasına. Sessiz kaldığımda içimden çığlıklar düşüyor. Burkuluyor,acıtıyor zaman zaman. Hiçbir şey yapmak istemiyor gözlerim ,dolmak dışında. Afakanlar basıyor kalbimin köşesine, ağaca çıkıyor teker teker kelimeler. İntihar ediyorlar.. Ah şu İncir Ağacı. Hep senin aksiliğin yüzünden.
Gelip yalnızlığımın yanına oturmalısın köşe yastığım, kalemim, kızıla çarpan aralık sabahım. Evime eşlik edince beni görecek, karanlığa ışık ettiğim düşlerimi görecek, gözlerimin arkasında biriktirdiğim acıları görecek, paramparça kırgınlığın ardına saklı kalan kalbimi görecek, dünyadaki yaşamın arasından geçmiş olduğumu göreceksin. Bu kadar basit olamaz. İnsanlık bu kadar kötü olamaz. Verilen sözler bu kadar sahte olamaz. Zaman, herkesi bu kadar değiştiremez dedim ve evimden çıktım, yürümeye başladım.

Kalabalık boğulmuş avaz avaz bağırıyor gözümde, kulağımın dibinde, ellerimin çiziklerinde, kaldırımların çatlaklarında.. Fakat bir ses var.  Derinde, içimde.. En güzel geceleri biriktirdiğim günde, sevdamı çişelediğim teninde, öyle naif, öyle bir ses, kanat çırpışlar içinde. Boynumun ucunda adını fısıldıyor. Arada kalmış bir çarşambayı anımsatıyor. Yahu tam ensemde, görünmez mi bu kalabalık sokakta?  Katilin adımları yaklaşıyor silüeti unutulmasın, rüzgar dudaklarımı estirsin, hafif bir uğultu masallara gebe olmuş seni seviyorum desin.
Tüm şarkılar seni anlatıyor değil mi? Tüm sözcükler bedenine işliyor. Ağırdan fakat özelince.. sonra o sözcükler yavaş yavaş bedenine oturuyor ve bir bakmışsın, o, sen oluyor. İstemeden, kulak aşinalığı yüzünden.
http://www.seyyaredebiyat.com/

Yürüyorum, hayat yürüdüğün yolun anlamında saklı. Her şey anlamını seçtiğin şapkada.. Nedir kolay? Hayat seni, beni dışlamıyor. Aç kanatlarını kırsınlar, uçamayasın. En azından ben kanatlarımı bir kez bile olsun açtım dersin. Rüzgarın saçlarını dağıtacak, düşünsene her şeyi tam yüreğinde taşıyacaksın. Kendine dokunacaksın. Ellerin kirlenecek fakat ellerini silince yine sen olacaksın.

Yorgunluk sonrası evime geldim. Üstüme düşüncelerin kokusu sinmiş. Konsolun ucundaki elma çürümüş. Bardaktaki kahve halıya dökülmüş. Masa üstündeki sayfada yalnız kalmış bir kelime.. Mahkum etmiş yine beni devamına. Biz memnunuz halimizden, kapıları kapatıp ses verişten..


Güneş daima doğudan doğar, senin doğuşundan..Ve daima  batıdan batar, senin batışından. İzin ver senin güneşin hep doğsun.  

      Capella..                             (Seyyar Edebiyat Dergisi / Mayıs Sayısı)            

15 Mart 2016 Salı

İğne Darbesi

                                                    
Bir soluktur yanmış nefes,çektikçe içine yanıkları işler saklananda
Köşebaşlarında hep kestane satanlar, siyahları sana pay eden amcalar
Soğumuş avuçlarından  düşegelen mısır patlakları, sokakta ki  karmaşa
Ara’da Tuğrul’un yaptığı dövme sanatı,
Acıyı vücüduna hapseden sevgilimin  ‘Cam mı kırıldı ’diye sorgulayan bakışı,
Annemin ‘Atlama oradan düşersin’ cümlesi,
Köşebaşlarında hep bir birikmişlik,dolmuş bir otobüsün son yolcuları.
Hatırlıyorum solgun gülüşleri,yağmurda sırılsıklam kalan insan yüzlerini,
Zillere Basıp Kaçabilirsiniz!
Üşümeye meyilli avuçları, fazlasına gücü kalmamış yetinmezliği
Tuğrul’un Ara’dan çıkamayışını, isyanlarımızı
Annemin  düşüşümü seyre dalışını,
Dudaklarından bağrış kopan  sevdiğim adamın dövmesine son bakışını,
Kedilerin miyavlayıp ayak-uçlarımda dolaşan patilerini, riyakar bir rakı balığı..
Köşebaşlarında hep kurumuş bir koku, leşi andıran bir boynuz kalıntısı
Baktığında nefsini müdaafa edemediğin adaletin söven hükmü içinde
Hatırlıyorum yaşamak neydi , sana nah demesi gibi bir şey.
Omuzlarımda kalan ceketin süzülüp gidişi var ya
En çok o acıttı , öyle bir ceket nasıl giderdi omuzdan
Hatırlıyorum gidişi, düşüşü ,yakarışı,
Kendini  yakmış bir arayışı, aramayı,
Ara…Yarım kalanı, boğazına tünel kazanın   molasını..
Köşebaşları artık yalnız,  kirlenmiş siyah ceket içinde
Camları kırık, tepetaklak kalan gazların esirinde
Hatırlıyorum sevgili, dudaklara oturmuş geç kalmayı..
Bir daha yetmemeyi , eksilmiş bir parça olmayı..
Yetişememeyi , hep kaçırmayı Ara’daki yaşamı..

                              Capella..             (Apartman Dergisi/ Mart Sayısı)