Ölüm, gelgitlerini
sunan dünyada yaşamın panzehriydi. Sıralanmış düzenin terk edilişiydi. Uykusuz
gecelerin uyku hapı ve kapı komşusuydu , hayallere gülücük fırlatmaktı. Ve
günlerin geçmesi için ölümün taze ışığına duyulan koca bir ihtiyaçtı. Bazı
geceler kanayan avuçlarımı saklamaktan vazgeçerim. Akıp gidişini seyretmek
inanılmaz huzur verir. Kan yolunu
bulmaya çalışırken yerde ki çatlakların içine dolmaya başlar , kırmızının
tonlarını izlerim. İçime serpilmiş tüm günah keçilerinin ayrı bir rengi , ayrı
bir yoğunluğu var. Kırmızı ; bir nokta da durur ,ellerim titrer, söküp atamam
ölmüş nefesi. Her gün yeni bir ölümle burun buruna gelen ben, devam eder ölü
biriktirmeye.
Hastanenin
ceset kokan koridorlarında koşturduğumu hatırlıyorum. Adamın bedenimin üzerine
yıkıldığı anı, avuçlarım da öbek öbek kanı. Koyusundan açığına tüm sedyelere
bulaşmış sanki. Kapılar suratıma kapandığı zaman çaresizliğin nefes kesen
gerçekliğiyle karşılaştım. Yoğunbakımda nefes almaya çalışan adam,Serdar imiş
adı, birkaç saat önce umrumda değildi. Varlığı bile yoktu, ismi,
cinsi,kaşı,gözü görüntümde yoktu. Nasıl oldu da varlığını yok olma korkusuyla
tanımıştım? Aklım ermiyordu, birini öldürdüğü an tanıyabilir mi insan? Kimdi bu
Serdar? Neden arabamın önüne atladı? Ben sadece terfi alabilme umuduyla içimde
kelebek uçuruyordum. Bir anda karşıma çıktığında frene basamamak bir umudun
solmasına sebebiyet verebilir miydi? Bunu yapamazdım , katil değildim ki.
Kimseye söylemezsem yardımcı olduğum için mükafat bile alabilirdim (!) Hem bir
çarpmayla insan mı ölürmüş ? Ölesi tutmuş onun! Suçum yok ki ,dikkatsiz de
değildim. ‘‘Sadece fazla mutluydum, kendisi önüme çıktı komiser bey ’’ mi
diyecektim?
Hastaneden
bir çırpıda çıktım. Koşarken cesurdum , adımlarım üç beş ilerlerken pişmanlığın
kırıntısı bile yoktu içimde. Ölüm haberini almaktansa hiç bilmemek daha iyiydi.
Hiç bilmemektense yaşamamayı tercih ederdim. Ki öyle oldu zaten , o günden
sonra her gün biri ölüyor bende. Ardından her gün tekrar doğuruyorum günü.
Korkaklığımın sonucu olarak müsaade edemiyorum öğrenmeye. Gidemiyorum aynı
yerlere, göremiyorum hastaneleri. Geceleri saklandığım yerden çıkıp avuçlarımı kesiyorum, oluk oluk kanı gözümün
önünde aksın ,unutmayayım diye. Gün sayıyorum, yokluğun günlerini..
***
Aldığım
terfi sonrası müdürün odasına girdiğimde ellerim titremeye başladı. Konuşmaları
duymak istemiyordum. Müdür ; ‘‘Olan Serdar’ın ailesine oldu, çocukları
babalarının öldüğünü kabullenemedi. Tek umudumuz çarpan kişinin bir an önce
bulunması ,birde kaçıp gitmiş evet. Yok yere öldü benim yiğenim.’’ , derken
beni gördü ve içeri aldı. Gözlerinde birkaç parça gözyaşı vardı. Ellerimi
tuttu, telefonu kapadı. Benimle konuşmaya çalıştı, buz kesen ellerime dokundu.
Katilin ellerine ! Teselli ettim onu, katil yüreğimle. Demek ki ne denli
atılıyorsak hayatın içine o kadar çok ölüm vuruyor kıyılarımıza. Kaçıp gitmek
mi lazım? Yok yok, sevmemiz lazım dengenin acı veren yerlerini, acısından öpmek
lazım kana kana. Hayatın cilvesine kapılmak lazım, aldanmak lazım nefes almaya.
Büyütmek lazım koynumuzda ki bebekleri , hayat fenerini daima yüksekte tutmak
lazım. Yeter artık, benim bugün ölmem lazım, paçalarımdan sidik aksın. Hayır,
yarın yaşamam lazım birkaç sigara daha ciğerimi yaksın. Biraz daha yağmur lazım
bana, bir iki kum tanesi daha.. Bir bira yudumlasaydım bari, iki kahve içsem
söner yaşamın feneri..
Kapıdan
çıktım, ağır adımlarla yürümeye başladım. Dünyam başıma yıkılmıştı,
affetmeliydim kendimi. Camı açtım, adım attım.Vazgeçiyordum kendimden, bir kalbi
tanımadan mezara gömdüm diye.Yok ediyordum varlığımı, yaşadığımızı tüm dünya
görsün diye. Bir intihar değil bu. Köklerini kestiğim yaşamın , acısına son
vermek için çırpınış sadece.
Ne de
olsa ; hayat zehri sunar kollarımıza, alışmalı insan zehrini kendinde budamaya.
Capella.. (Apartman Dergi / Mayıs Sayısı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder