10 Mayıs 2016 Salı

Büyüyen Hayallerin Dikkat Bekçisi

Ölüm, gelgitlerini sunan dünyada yaşamın panzehriydi. Sıralanmış düzenin terk edilişiydi. Uykusuz gecelerin uyku hapı ve kapı komşusuydu , hayallere gülücük fırlatmaktı. Ve günlerin geçmesi için ölümün taze ışığına duyulan koca bir ihtiyaçtı. Bazı geceler kanayan avuçlarımı saklamaktan vazgeçerim. Akıp gidişini seyretmek inanılmaz  huzur verir. Kan yolunu bulmaya çalışırken yerde ki çatlakların içine dolmaya başlar , kırmızının tonlarını izlerim. İçime serpilmiş tüm günah keçilerinin ayrı bir rengi , ayrı bir yoğunluğu var. Kırmızı ; bir nokta da durur ,ellerim titrer, söküp atamam ölmüş nefesi. Her gün yeni bir ölümle burun buruna gelen ben, devam eder ölü biriktirmeye.

Hastanenin ceset kokan koridorlarında koşturduğumu hatırlıyorum. Adamın bedenimin üzerine yıkıldığı anı, avuçlarım da öbek öbek kanı. Koyusundan açığına tüm sedyelere bulaşmış sanki. Kapılar suratıma kapandığı zaman çaresizliğin nefes kesen gerçekliğiyle karşılaştım. Yoğunbakımda nefes almaya çalışan adam,Serdar imiş adı, birkaç saat önce umrumda değildi. Varlığı bile yoktu, ismi, cinsi,kaşı,gözü görüntümde yoktu. Nasıl oldu da varlığını yok olma korkusuyla tanımıştım? Aklım ermiyordu, birini öldürdüğü an tanıyabilir mi insan? Kimdi bu Serdar? Neden arabamın önüne atladı? Ben sadece terfi alabilme umuduyla içimde kelebek uçuruyordum. Bir anda karşıma çıktığında frene basamamak bir umudun solmasına sebebiyet verebilir miydi? Bunu yapamazdım , katil değildim ki. Kimseye söylemezsem yardımcı olduğum için mükafat bile alabilirdim (!) Hem bir çarpmayla insan mı ölürmüş ? Ölesi tutmuş onun! Suçum yok ki ,dikkatsiz de değildim. ‘‘Sadece fazla mutluydum, kendisi önüme çıktı komiser bey ’’ mi diyecektim?
Hastaneden bir çırpıda çıktım. Koşarken cesurdum , adımlarım üç beş ilerlerken pişmanlığın kırıntısı bile yoktu içimde. Ölüm haberini almaktansa hiç bilmemek daha iyiydi. Hiç bilmemektense yaşamamayı tercih ederdim. Ki öyle oldu zaten , o günden sonra her gün biri ölüyor bende. Ardından her gün tekrar doğuruyorum günü. Korkaklığımın sonucu olarak müsaade edemiyorum öğrenmeye. Gidemiyorum aynı yerlere, göremiyorum hastaneleri. Geceleri saklandığım yerden çıkıp  avuçlarımı kesiyorum, oluk oluk kanı gözümün önünde aksın ,unutmayayım diye. Gün sayıyorum, yokluğun günlerini..
***
Aldığım terfi sonrası müdürün odasına girdiğimde ellerim titremeye başladı. Konuşmaları duymak istemiyordum. Müdür ; ‘‘Olan Serdar’ın ailesine oldu, çocukları babalarının öldüğünü kabullenemedi. Tek umudumuz çarpan kişinin bir an önce bulunması ,birde kaçıp gitmiş evet. Yok yere öldü benim yiğenim.’’ , derken beni gördü ve içeri aldı. Gözlerinde birkaç parça gözyaşı vardı. Ellerimi tuttu, telefonu kapadı. Benimle konuşmaya çalıştı, buz kesen ellerime dokundu. Katilin ellerine ! Teselli ettim onu, katil yüreğimle. Demek ki ne denli atılıyorsak hayatın içine o kadar çok ölüm vuruyor kıyılarımıza. Kaçıp gitmek mi lazım? Yok yok, sevmemiz lazım dengenin acı veren yerlerini, acısından öpmek lazım kana kana. Hayatın cilvesine kapılmak lazım, aldanmak lazım nefes almaya. Büyütmek lazım koynumuzda ki bebekleri , hayat fenerini daima yüksekte tutmak lazım. Yeter artık, benim bugün ölmem lazım, paçalarımdan sidik aksın. Hayır, yarın yaşamam lazım birkaç sigara daha ciğerimi yaksın. Biraz daha yağmur lazım bana, bir iki kum tanesi daha.. Bir bira yudumlasaydım bari, iki kahve içsem söner yaşamın feneri..
Kapıdan çıktım, ağır adımlarla yürümeye başladım. Dünyam başıma yıkılmıştı, affetmeliydim kendimi. Camı açtım, adım attım.Vazgeçiyordum kendimden, bir kalbi tanımadan mezara gömdüm diye.Yok ediyordum varlığımı, yaşadığımızı tüm dünya görsün diye. Bir intihar değil bu. Köklerini kestiğim yaşamın , acısına son vermek için çırpınış sadece.

Ne de olsa ; hayat zehri sunar kollarımıza, alışmalı insan zehrini kendinde budamaya.

Capella..    (Apartman Dergi / Mayıs Sayısı)

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Kapı Aralığı

İnsan, kendini bile bile üzer mi? Üzüyor işte. O’na, sokaktaki rüzgara, evi aydınlatmayan ışığa, geç kalmış bir sabaha, kırılmış bir fincana.. Yarım bıraktığın kapının sana çarpışına, dudaklarından çıkamayan kelimelerin kalpte fırtına yaratmasına. Sessiz kaldığımda içimden çığlıklar düşüyor. Burkuluyor,acıtıyor zaman zaman. Hiçbir şey yapmak istemiyor gözlerim ,dolmak dışında. Afakanlar basıyor kalbimin köşesine, ağaca çıkıyor teker teker kelimeler. İntihar ediyorlar.. Ah şu İncir Ağacı. Hep senin aksiliğin yüzünden.
Gelip yalnızlığımın yanına oturmalısın köşe yastığım, kalemim, kızıla çarpan aralık sabahım. Evime eşlik edince beni görecek, karanlığa ışık ettiğim düşlerimi görecek, gözlerimin arkasında biriktirdiğim acıları görecek, paramparça kırgınlığın ardına saklı kalan kalbimi görecek, dünyadaki yaşamın arasından geçmiş olduğumu göreceksin. Bu kadar basit olamaz. İnsanlık bu kadar kötü olamaz. Verilen sözler bu kadar sahte olamaz. Zaman, herkesi bu kadar değiştiremez dedim ve evimden çıktım, yürümeye başladım.

Kalabalık boğulmuş avaz avaz bağırıyor gözümde, kulağımın dibinde, ellerimin çiziklerinde, kaldırımların çatlaklarında.. Fakat bir ses var.  Derinde, içimde.. En güzel geceleri biriktirdiğim günde, sevdamı çişelediğim teninde, öyle naif, öyle bir ses, kanat çırpışlar içinde. Boynumun ucunda adını fısıldıyor. Arada kalmış bir çarşambayı anımsatıyor. Yahu tam ensemde, görünmez mi bu kalabalık sokakta?  Katilin adımları yaklaşıyor silüeti unutulmasın, rüzgar dudaklarımı estirsin, hafif bir uğultu masallara gebe olmuş seni seviyorum desin.
Tüm şarkılar seni anlatıyor değil mi? Tüm sözcükler bedenine işliyor. Ağırdan fakat özelince.. sonra o sözcükler yavaş yavaş bedenine oturuyor ve bir bakmışsın, o, sen oluyor. İstemeden, kulak aşinalığı yüzünden.
http://www.seyyaredebiyat.com/

Yürüyorum, hayat yürüdüğün yolun anlamında saklı. Her şey anlamını seçtiğin şapkada.. Nedir kolay? Hayat seni, beni dışlamıyor. Aç kanatlarını kırsınlar, uçamayasın. En azından ben kanatlarımı bir kez bile olsun açtım dersin. Rüzgarın saçlarını dağıtacak, düşünsene her şeyi tam yüreğinde taşıyacaksın. Kendine dokunacaksın. Ellerin kirlenecek fakat ellerini silince yine sen olacaksın.

Yorgunluk sonrası evime geldim. Üstüme düşüncelerin kokusu sinmiş. Konsolun ucundaki elma çürümüş. Bardaktaki kahve halıya dökülmüş. Masa üstündeki sayfada yalnız kalmış bir kelime.. Mahkum etmiş yine beni devamına. Biz memnunuz halimizden, kapıları kapatıp ses verişten..


Güneş daima doğudan doğar, senin doğuşundan..Ve daima  batıdan batar, senin batışından. İzin ver senin güneşin hep doğsun.  

      Capella..                             (Seyyar Edebiyat Dergisi / Mayıs Sayısı)